Geçtiğimiz günlerde ATV’de yayınlanan bir programda sunucu Esra Erol’un 18 yaşında genç bir kadına yönelik sözleri ve genç kadının rızası dışında yayınlanan görüntüleri karşısında toplumsal bir tepki oluşmuştu.
Geçtiğimiz günlerde ATV’de yayınlanan bir programda sunucu Esra Erol’un 18 yaşında genç bir kadına yönelik sözleri ve genç kadının rızası dışında yayınlanan görüntüleri karşısında toplumsal bir tepki oluşmuştu. Yaşanan bu olay sonrası Türkiye Komünist Partisi'nin öncülüğünde kurulan Kadın Dayanışma Komiteleri adına Gizem Batı ile bir söyleşi gerçekleştirildi.
Esra Erol’un sunduğu ve ATV’de yayınlanan bir programda bir genç kadının rızası dışında ekrana çıkartılarak nefret dolu sözlere ve aşağılanmaya maruz kaldığı görüntüler kamuoyunda büyük tepki yarattı. Bu rahatsız edici ama görüntüler size ne düşündürdü?
Genç bir kadının ekran karşısına çıkarılıp adeta bir mahkeme kurularak bu şekilde yargılanması, yaşadıklarından dolayı aşağılanması hiç bir şekilde kabul edilemez. Evet, ne yazık ki kurulan bu “mahkeme” sahneleri yeni değil. Gündüz kuşağı olarak adlandırılan bu programların, cinsiyetler arası eşitsizliği besliyor olmalarının yanı sıra topluma ve özellikle de kadınlara çarpık bir adalet anlayışını dayattıklarını görüyoruz. Her şeyin en iyi bileni bir kadın sunucu, program boyunca kenarda yer yer girdiler yaparak sunucuyu destekleyen, onun nefes aldığı yerlerde boşlukları dolduran bazen bir avukat bazen de bir psikolojik danışman olan bir “uzman”la birlikte düzenin kuramadığı ama kendilerinin en azından toplumun vicdanında kuracaklarını iddia ettikleri başı sonu belli olmayan bir adaleti kurmaya çalışıyor! Bu programda tanık olduğumuz tam olarak budur. Üstelik bu defa bir de reyting uğruna on sekizinde genç bir kadın ekranda aşağılanmaya maruz kalıyor. Görüntülenmek istemediği halde kameraların ısrarla çektiği bu kadın, sunucunun topluma mâlettiği kendi bireysel fikirleri ile yargılanıyor, aşağılanıyor, azarlanıyor. Yetmiyor, genç kadın için ne kadar travmatik olduğu aşikar olan bu şiddet alkışlatılıyor. Düzenin her alanda getirdiği ayrımcılık, taciz, şiddet ve eşitsiz koşullar yokmuşçasına, yaşananlar kişilerin yanlış “seçim”lerine bağlanıyor. İşte bu nedenle bu ve buna benzer programları, kadınların nasıl değersizleştirdiğine ayna tutan bu görüntüleri izleyince bu düzene ve onun türlü şekilde sözcülüğünü yapanlara olan öfkemiz katlanıyor.
Programda bir şey daha oldukça dikkat çekici. Kadın sunucu başka bir kadına nefret kusuyor ve onu aşağılıyor. Aslında cinsiyetçiliğin tekrar tekrar üretildiği benzer programların çoğunda da sunucular kadın. Toplumda çok kabul gören cinsiyetçi bir laf vardır; “kadınlar birbirinin kuyusunu kazar” diye. Diğer yandan kadın örgütlerinin çokça kullandığı ve son zamanlarda yaygınlaşan bir başka söz daha var; “kadın kadının yurdudur”. Bu gündemde bu sözler ne kadar doğrulanıyor? Mesele kadın olmak mı gerçekten?
Mesele elbette sadece kadın olmak değil. Sömürünün, sınıflı toplumların tarih sahnesine çıkışına dayanıyor bizim hikayemiz, o yüzden bu uzlaşmaz çelişkileri taşıyoruz her birimiz. Kadının üzerindeki baskı, kadına yönelik şiddet, ayrımcılık, çifte sömürü… Bunlar bugün mücadelemiz açısından en temel ama bir o kadar da acil gündemlerimiz. Kaybedecek, erteleyecek bir günümüz bile yok bu mücadelede, kadınların birlikte dayanışması ve mücadelesi ile bu konuda aldığımız yol da aşikar. Ama ısrarla üstü örtülmek istenen bir şey var burada, o da biraz önce söylediğimiz sınıf çelişkisi. Biz asıl düşmanın erkekler olmadığını söylediğimiz gibi yıllardır başka bir şeye daha işaret ediyoruz, o da tüm kadınların sırf kadın oldukları için çıkarlarının ortak olmadığı gerçeği. İki kadının arasında rekabetten ya da kardeşlikten başka ilişkiler de vardır, bunlardan illa ki birine mahkum değiliz. Kadınların birbirine karşı sinsi, kötücül düşünceleri varmış gibi, çıkarları birbirlere karşı gibi gösterilmesi de, patron sınıfının temsilcisi kadınlarla emekçi kadınların kardeşmiş ve çıkarları ortakmış gibi sunulması da aslında aynı şeyin parçası. Sömürü düzeninin her açıdan hedefindeki emekçi kadınların birbirinin rakibi ya da kurdu olması için uğraşılıyor, gerçek düşman gizleniyor, hedef şaşırtılıyor. Gelelim bu örnekte kadının kadına vurmasına… Düzen kadına vuranın yine kadın olmasını tercih ediyor, böylelikle kadın-erkek ikilemine girmeden aynı cephede algısı yaratarak kadını “terbiye” etmeye çalışıyor bu tek taraflı dövüşte.
Program ATV’de yayınladı; adeta AKP’nin propaganda kanalı olan bir TV kanalında. AKP bir yandan yazılı, görsel basını, internet kaynaklarını kısıtlamaya yönelik adımlar atıyor; diğer yandan havuz medyasında kadınları aşağılayan programlar yapılmaya devam ediyor. Bu programların çok izlendiğini göz önüne alırsak yalnızca AKP seçmenin bunları izlediklerini söyleyemeyiz. Size göre Türkiye bu noktaya nasıl geldi?
Elbette bir anda gelmedik bu noktaya, insanlar uzun süredir uyuşturuluyor. Toplum yavaş yavaş her şeyin izleyicisi haline getirildi. Topluma dayatılan bu izleyicilik rolü, AKP ile kavgalıymış gibi görünen sözde muhalefetten ve egemen siyaset tarzından da bağımsız değil. Çünkü yaşanan her problemin mücadele etmeden izleyerek, sabrederek, kötünün iyisine razı gelinerek ve şükrederek geçmesi beklenilsin isteniyor. Yani yaşananlar sorgulanmasın, hesabı sorulmasın; tüm bu olup bitenler “iyi” ve “kötü” yöneticiler arasında bir seçim dünyasına kitlensin isteniyor. Birbirinden kötü bu olayların bir daha tekrar etmemesi için nedenlerin araştırılmasından, bunlara yönelik önlemlerin alınmasından, yasal düzenlemeler yapılmasından ise söz edemiyoruz bile.
Son olarak Kadın Dayanışma Komiteleri tüm bunlardan nasıl bir çıkış öngörüyor? Genç kadınlar bu karanlıktan nasıl kurtulacak?
Sömürünün son bulduğu, eşitlikçi ve özgürlükçü bir düzenin kurulmasından bağımsız bir kurtuluş reçetemiz yok bizim. Yine bu konuda önce televizyonları kapatarak işe başlayabiliriz. Birileri gelip bizi bu karanlıktan öylece çekip kurtarmayacak biliyoruz, bekleyerek sabrederek de yaralarımız sarılmayacak. Bizler, bize biçilen seyirci rolünü kabul etmemeliyiz artık. Kadınları kuşatan bu karanlığın yeniden ve yeniden üretilmesine izin vermemeliyiz.
Kadın Dayanışma Komiteleri (KDK) olarak bir süredir yaygınlaşmaya, somut bir dayanışma ördüğümüz yerlerin sayısını artırmaya odaklandık. Mahallelerimizde, işyerlerimizde, okul sıralarımızda bir araya geliyoruz. Yalnız değiliz, bir araya geliyoruz, konuşup tartışıyoruz, düştüğümüzde mücadeleye devam etmek için birbirimize omuz verip yeniden ayağa kalkıyoruz. Elbette sadece kadın başlığında değil, emekçilerin, memleketin gündeminde olan herşey var gündemimizde. Yoksulluğa, geçim sıkıntısında karşı dayanışıyor, örneğin fatura soygununa karşı kendi taleplerimizi örgütlüyoruz. Bunu yaptıkça umudumuz büyüyor. Henüz en güzel günlerimiz yaşanmadı, en coşkulu şarkılarımız söylenmedi. Kazanacak yarınlarımız var!
Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı